Peygamberimizin vahye dayanmayan söz ve davranışları var mı

Peygamberimizin din ile ilgili olmayan konularda bir insan olarak görüşleri de vardır.

Peygamberimizin risalet yani peygamberlik yetkisine dayanan söz ve davranışları bağlayıcı iken, peygamber olarak değil, bir insan olarak söz ve davranışları böyle değildir. Aşağıdaki örnekler incelendiğinde bu daha kolay anlaşılacaktır.

Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye geldiğinde Medinelilerin dişi hurmalara erkek hurmaların tozunu aşılayarak döllendirme yaptıklarını görmüş ve şöyle sormuştu:

“Ne yapıyorsunuz?” Onlar,

“Biz bunu daha çok meyve versin diye âdetimiz üzere yapıyorduk.” dediler. Peygamberimiz:

“Bunu yapmazsanız öyle umuyorum ki daha iyi olur.” buyurdu. Onlar da bu uyan üzerine aşılamayı bıraktılar. Derken hurmaların yemişleri azaldı. Bunu Peygamberimize söylediklerinde,

“Ben ancak bir insanım, size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın (dünya işlerinizle ilgili bir insan olarak) kendi görüşüm olan bir şeyi emredersem, ben ancak (sizin gibi) bir insanım (isabet de ederim, hata da ederim, bu konudaki emrimi yerine getirmekte serbestsiniz.). Diğer bir rivayette, “Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.”; başka bir rivayette de, “Ben ancak bir zanda bulundum. Zandan dolayı beni sorumlu tutmayın.” buyurdu.

Kendisine vahy ile, bildirilen din ile ilgili konularda Peygamberimizin emirleri tartışılmaz, bunlara uyulması gerekir.

Ancak vahy ile değil de bir insan olarak kendi görüşüne göre verdiği kararlar, isabetli olabileceği gibi hatalı da olabilir. Anlatılan bu olayda tavsiyesinin isabetli olmadığını gören Peygamberimiz önceki sözünde ısrar etmemiştir.

O, insanların bilgi ve tecrübelerine değer vermiş, hakkında vahy olmayan dünyevi işlerle ilgili olarak “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz.” buyurmuştur. Onun bu davranışı, hatada ısrar edilmemesi hususunda da bir örnek davranıştır.

Ebû Humeyd (ra.) şöyle demiştir:

“Biz Peygamberimizle Tebuk seferine çıkmıştık. Vadilkura’ya geldiğimizde bir kadının hurma bahçesine uğradık. Peygamberimiz,

“Bahçede ne kadar hurma var, takdir edin.” buyurdu. Biz takdir ettik. Peygamberimiz de on vesek (ölçek) takdir buyurdu. Sonra bahçe sahibi kadına,

“Biz inşallah döneceğiz. Biz dönünceye kadar sen hurmaları say (sonucu bize söylersin).” buyurdu. Dönüşte Vadilkura’ya uğradığımızda Peygamberimiz bahçe sahibi kadına,

. “Ne kadar hurma oldu?” diye sordu. Kadın,

“On vesek.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, onu dinleyenlerin bakışlarından, “Kadına ne kadar hurma olduğunu sormaya ne gerek var. Siz peygamber olarak bir takdirde bulunduktan sonra onun aksi hiç varit olur mu?” gibi düşündüklerini sezmiş olmalı ki onları uyarmak üzere,

“Ben ancak (sizin gibi) bir insanım, (vahiy ile) Allah tarafından size haber verdiğim şey doğrudur. Ama (dünya işleriyle ilgili olarak) kendiliğimden söylediğim söze gelince, ben ancak bir insanım, hata da ederim, isabet de ederim.” buyurdu.

Peygamberimiz Bedir savaşında orduyu, Bedir kuyularının en uzağına yerleştirmişti. Hubâb b. Munzir (ra.) kendisine, “Buraya Allah’ın emriyle mi yerleştin -ki öyle ise daha ileriye gitmemiz söz konusu olamaz- yoksa kendi görüşünle mi?” diye sordu. Peygamberimiz,

“Hayır, buraya yerleşmemi Allah emretmedi.” buyurunca, Hubâb, o yerin uygun olmadığını, Bedir’e en yakın kuyunun yanına yerleşilmesinin daha uygun olacağım söylemiş, Peygamberimiz de onun görüşüne göre hareket etmiştir.

Yine bunun gibi Hendek savaşında müşrikler Müslümanları kuşattılar. Müslümanlar, zor günler yaşadı. Bunun üzerine Peygamberimiz müşriklerden Uyeyne b. Hısn’a bir elçi gönderdi ve her yıl Medine’nin meyvesinin üçte birini kendilerine vermek şartıyla kuşatmayı kaldırıp Medine’yi terk etmelerini teklif etti. Uyeyne b. Hısn bunu ancak Medine meyvesinin her yıl yarısını vermek şartıyla kabul edebileceğini söyledi. Yapılacak barış antlaşmasını yazmak üzere müşriklerin elçileri geldiklerinde, ensarın ileri gelenlerinden Sa’d b. Muâz ve Sa’d b. ubade (Allah her ikisinden razı olsun) ayağa kalkarak,

“Ey Allah’ın Resulü, eğer bu vahiy ise diyeceğimiz yok, emrolunduğunu yap, yok kendi görüşünüz ise bizim de bu konuda söyleyeceklerimiz vardır. Bizim ve onların İslamiyet’ten önce cahiliye devrinde birbirimize borcumuz yoktu. Onlar Medine’nin meyvesinden ancak satın alarak veya kendilerine ikram edilerek yiyorlardı. Cenab-ı Hak bizi İslâm dini ile aziz kılmış ve bize peygamberini göndermişken onlara haraç mı vereceğiz? Onlara ancak kılıçla karşılık veririz.” dediler. Bunun üzere Peygamberimiz,

“Ben Arapların üzerinize bir yaydan ok attıklarını, (sizi yok etmek için birleştiklerini) gördüm ve onları sizden uzaklaştırmak istedim. Siz bunu istemediğinize göre, işte siz ve işte onlar.” buyurduktan sonra, gelen elçilere dönerek,

“Gidiniz, size ancak kılıçla karşılık vereceğiz.” buyurdu. Peygamberimiz, başlangıçta Müslümanlardaki sarsıntıyı görünce barış yapmak istedi. Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâde’nin sözlerinden ordunun azim ve kararlılığını anlayınca onların görüşüne katıldı.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Peygamberimiz dünya işleriyle, fen, teknik ve tecrübeye dayanan konularda peygamberlik sıfatı ile değil, bir insan olarak görüş belirttiğinde çoğu kere ashab bunun vahiy olup olmadığını sorar, vahiy olmadığını öğrendiğinde kendileri de görüşlerini beyan ederlerdi. Bundan anlaşılıyor ki bir insan olarak dünya işleriyle ilgili konulardaki söz ve davranışları, peygamberlik sıfatıyla söylediği ve yaptığı işler gibi bağlayıcı değildir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz